Blog Listem

5 Kasım 2022 Cumartesi

DEPREMLE UYANDIK ÇOK KORKTUK....

Kasım ayı geldi hoşgeldi derken
2 Kasım gecesi 4,9 luk bir
sarsıntıyla yataklarımızdan fırladık
maalesef..inanmayacaksınız ama
ben 30Ekim  büyük izmir depreminde
bu kadar korkmamıştım..
Bu seferki çok acaip bir sarsıntıydı
Deprem mi oldu mahallede bomba mı patladı..
O derece farklı gürültülü kabus bir sarsıntıydı...
O gece salonda kanepede uykuya dalmıştım..
O sarsıntıyla uyanıp kızımın odasına koşmaya 
çalışırken kısacık koridorumuz  bitmek bilmedi..
O koridorda kızıma son birkez sarılamadan 
öleceğimi düşündüm..
Gerçekten kabus gibi bir geceydi..
Allah beterinden korusun demek dışında söylenecek söz bulamıyorum...
Kasım ayı hepimiz için keyfile huzurla ve sağlıkla geçsin inşallah...





Bu aralar ben Crown dizisini izliyorum.
Diziyi her bakımdan çok beğendim .
Kasım ayında 5.sezonu başlayacağı
için çok mutluyum..
Sizler ne izliyorsunuz..Tavsiyeleriniz var mı...




Bu aralar çok kitap okuyamıyorum.
Sabahları çok erken kalktığımız için 
akşam erkenden uykum geliyor 
o nedenle elimdeki kitaplar çok
uzun sürede bitiyor..Ama olsun
inatla okumaya devam...

Tüm dünyası Polonya’nın küçük bir köyünde, ailesiyle yaşadığı çiftlikten ve nişanlısı Tomasz’dan ibaret olan Alina’nın hayalleri, yaşadığı ülkenin üzerine İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinin düşmesiyle sarsılır. Nazi işgaliyle birlikte yaşanan korkunç olaylar ve adaletsizliklerle birlikte hayatın acımasız yüzüyle tanışan Alina, aynı zamanda evin en küçük şımarık kızından güçlü bir genç kadına dönüşecektir. İşgalden yıllar sonra dünyanın öbür ucunda, Amerika’da eşi ve her biri çok özel olan iki çocuğuyla yaşayan Alice ise, hiç beklemediği bir anda kendini konfor alanının dışında, yepyeni bir hikâyenin peşinde bulacaktır. Bu iki genç kadının hikâyesini nefes kesici bir kurguyla bir araya getiren Kelly Rimmer, okura korkunç bir savaşın gölgesinde yeşeren umut verici hayatlardan bir kesit sunmaktadır.

 









Şimdilik Hoşçakalın...

Kaktüsler ve Çocuklar
Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü… Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.
Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir. Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar. Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar. Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler. Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.
Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!
Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.
Buna bir türlü anlam veremez ve işadamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.
Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz. Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.
Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.
Raporda şu ifade yer alır;
“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.
Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle bu yeteneğinden etmişsinizdir…. “
Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.
Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın…
Bunu yaparken de kendisini geliştirsin…
Anooshirvan Miandji
“Bir çocuk değişir, Türkiye gelişir”







 

27 Ekim 2022 Perşembe

EYLÜL BİTTİ EKİM BİTMEK ÜZERE....TEK DAMLA DÜŞMEDİ BURALARA....


Bir türlü elim varmadı kaç zamandır sayfamda paylaşım yapmaya nedense...
Babamın vefatıyla birlikte kucağımızda kalan küçük depomuzu şu zor ekonomik şartlar
altında ayakta tutmaya çalışırken sanırım bazen ruh halim zorlanıyor...
Üstüne bir de kızım çok saçma bir şekilde nazar mıdır nedir bilmiyorum 2 hafta önce 
gece uyku sersemi ayağını ters basarak kırdı...
Ayağına alçı görevi gören bot takıldı ...Onunla okula gidip gelmesi yıkanması giyinmesi konusunda 
bir süre deneyimledikten sonra pratik kazandık ama yine de kolay olmuyor...
Allah beterinden korusun da napalım olacağı varmış....
İşte şöyle böyle derken bugün artık sayfama uğramak nasip oldu azıcık da olsa...
Şimdiden en güzel en değerli bayramımız Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun....










Hiç Ayvalığın memleketimin mis gibi lor tatlısından yediniz mi?

Bugüne kadar kısmet olmadıysa birgün mutlaka denemenizi tavsiye ederim...

Ağzınızın tadı hiç bozulmasın....

Şimdi bu da nerden çıktı diyeceksiniz haklı olarak...Bugün sosyal medyada karşıma çıkınca 
sizlerle de paylaşmak istedim....

AYVALIK LOR TATLISINİN TARİHÇESİ : İBRAHİM ÜZÜMCÜ (1903-1971) Meşhur olan ünü Türkiye ye yayılan Ayvalık lor tatlısı bir Girit tatlısıdır.ilk zamanlar Gritte yapimına başlayan bu tatlı mübadele zamanı 1923 de İbrahim Üzümcü (stafil) tarafından Ayvalık a gelip burda dükkan açmasıyla başlar ..Gritte yaptıgı bu lezzeti burda devam ettirir.Dükkanı şu anki at arabıcalar meydanındaydı. (Eski halinde binalar olan bu alan zamanında istimlak olmuştur )Tabiki ozamanın nefis loru içine yalnızca un konulurdu yani günümüzde kullanılan yumurta ve irmik kullanılmazdı Gerçek lor tatlısında lor ve irmik yoktu İrmik şerbet cektigi için kilo basar tabiki satıcıya parasal olarak kazanç sağlar işte eski insanlar böyle saf duygularla ticaret yapmıslardır İbrahim efendi yanına kayıncosu Mehmet Mas ı almis onada bu mesleğin tüm ayrıntılarını öğretmistir .Birde Badem ezmesinide güzel yapan İbrahim efendi Atatürk ün Ayvalık a gelişlerinde pasamıza ürünlerinden ikram etmiş Büyük önderimizin hoşuna gitmiş kendisini takdir etmiştir .2 ci Dünuya savası çıktığında şeker kıtlığı baslamıs 1945 yılında dükkanını kapatma zorunda kalmıstır Bir müddet sonra Kayıncosu Mehmet Mas ve Tatlıcı Mehmet Ali birlikte Talatpaşa caddesinde dükkan acmislardır Günümüze kadar gelen bu güzel lezzetin Başta Mucidi İbrahim Üzümcü olmak uzere Mehmet Mas Talıcı Mehmet Ali Miray usta Tatlıcı Talat Tascıoglu nunda büyük emekleri vardır Bu büyük ustatları rahmetle anıyoruz .Ayrıca Miray ustamıza uzun saglıklı ömürler dileriz ..(arşiv Güneş İrden Kurt )...BİR ZAMANLAR AYVALIK

1 Yoru



 

24 Eylül 2022 Cumartesi

23 EYLÜL EKİNOKS ...RESMEN SONBAHAR BAŞLADI...


 


Dün 23 Eylül Sonbahar ekinoksuydu...
Gündüz ve gece eşitlendi...
Resmen sonbahar başlamış oldu...
Güzel başlasın güzel de geçsin inşallah sağlıkla ve huzurla...
Sonbaharı da ilkbaharı da çok seviyorum...
Sabah ve akşam serinliğini...
Güneşin öğlen saatlerinde cömertliğini göstermesini...
Üstümüze hafif bir ceket alıp tatlı bir serinlik eşliğinde yürüyüş yapmayı...
Sonbaharın soğuk kış günlerinin ..
İlkbaharın da sarı sıcak ağustos böcekli yaz günlerinin habercisi olmasını...
Bu paylaştığım mevsimler tablosu ise buram buram çocukluğum kokuyor ....
Okula tatlı bir heyecanla başladığımız günler....
Hergün her ders yeni yeni bilgiler öğrenmek...
Saf çocukluk hallerimiz...Arkadaşlıklarımız...Oyunlarmız...
Okulu ...Öğrenmeyi...Ders çalışmayı...Hep sevdim ben....
Güzel bir çocukluk geçirdiğim için anneme ve babama minettarım...
Huzurlu birhaftasonu diliyorum....


21 Eylül 2022 Çarşamba

BİR HİKAYE ....


Sosyal medyada dolanırken denk geldiğim ve beğendiğim hikayeleri
sizlerle paylaşıyorum zaman zaman...Umarım beğenirsiniz...Sevgilerimle....

Bir gün, kurdun biri aç kalınca kasabaya inmiş.

Sütçünün süt çanağını devirmiş içmiş, fırıncının tezgâhından ekmeğini almış yemiş, kasabın vitrininden bir but kapmış mideye indirmiş.

Kasabanın tüm köpekleri toplanmış ve kurdu yakalamak için ardı sıra koşturmuşlar.

Kurt önde köpekler arkada, amansız bir kovalamaca, koşuşturmacadır devam etmiş.

Sütçünün köpeği yorulmuş takibi bırakmış.

Bir müddet daha geçince fırıncının köpeği yorulmuş kurdu takibi bırakmış.

En son kasabanın çıkışına yakın kasabın köpeği de pes etmiş ve geriye dönmüş.

Kurdun arkasında kala kala bir tek demircinin köpeği kalmış.

Kurt önde demircinin köpeği arkada amansız ve ısrarlı bir kovalamaca devam ediyormuş.

Artık kasabadan çıkılmış, kırlara varılmış ve tepelere doğru çıkılmaya başlanmış.

Kurt dayanamamış, durmuş ve demircinin köpeğine öfkeyle seslenmiş;

“Yahu arkadaş, sütçünün sütünü içtim, fırıncının ekmeğini yedim, kasabın etini kaptım, buna rağmen bunlar bile pes etti peşimi bıraktı.

Lan ben demirciye ne yaptım da peşimi bırakmıyorsun”.

Kurdun anlamadığı nedir?

Şudur:

Demircinin köpeği menfaat peşinde değil, sadece adalet peşinde.

Kurdun kafasındaki sistem karşılıklı menfaate dayalı kapitalist sistem.

Demircinin köpeğindeki ise evrensel hukuk;

“Seni cezalandırmam için bana zarar vermen şart değil. Sen başkalarına zarar verdiğin için suçlusun.” Diye düşünüyor demircinin köpeği.

O yüzden kurtlar, (iki ayaklılar dahil) demircinin köpeği gibi yalnızca hak peşinde koşanları asla anlayamayacaklar ve aptalca bulacaklardır.

Ama demircinin köpekleri de her zaman var olacaktır.

Olmalıdır.


 

14 Eylül 2022 Çarşamba

DERS ZİLİ ÇALDI....NASIL DA HIZLICA GEÇİVERDİ KOCA YAZ TATİLİ....


Bitti gitti koca yaz tatili...
Ders zili çaldı bile...
Eğitim öğretim sistemimiz devasa boyutta 
sorunlar içerse de....
Şahane bir yıl olsun diye dileyelim tüm öğrenci ve
değerli öğretmenlerimiz için.....




Şahane bir kitap hararetle tavsiye ediyorum...

Gönül Çatalcalı bu kez, 
toplumun başka bir yüzüne çeviriyor objektifini,
 kaldırım taşları hurafelerle örülmüş
 Hamdüsena Sokağı’na. 
Kadınlarına, hayatın renklerini soldurarak
 ağır ağır ölmeyi emreden bir aile tutukevine...
 
Günümüz Türkiye’sinde, 
ülkeye bu sokakta yetişen
 bir genç kızın perspektifinden bakarak, 
bir kırana dönüşen olaylar ağını, 
bir başlangıcın tarihini, 
sarsıcı bir bitişin hikâyesini anlatıyor,
 titiz bir dil işçiliği ile...










9 EYLÜL

 İZMİR'imizin  DÜŞMAN İŞGALİNDEN

KURTULUŞUNUN 100. YILI

100. YILA YAKIŞIR BİR KUTLAMA OLDU...

EMEĞİ GEÇEN HERKESE

BAŞTA TARKAN OLMAK ÜZERE

 BİNLERCE KERE TEŞEKKÜR

MEMLEKETİMİ ÇOK SEVİYORUM VE GURUR DUYUYORUM...

GAVUR MAVUR İDARE EDİYORUZ ARTIK NAPALIM:))))))




Şimdilik hoşçakalın.....

Biz hangi birini almasak acaba ...yumurta..süt...şeker...et...çay...say say bitmez....

Enflasyonu bahane eden yumurta satıcısı 1 koli yumurtanın fiyatına %100 zam yapmıştı. Artık daha fazla para kazanmasının zamanının geldiğini düşünüyordu. O sabah hüzünlü bir yüz ifadesiyle iş yerini açsa da aslında çok mutluydu. Zengin olamamasının nedenini hep dürüst olmasına bağlamıştı ama artık o güzel günler yakındaydı. Fakat yine de yaptığı zamdan dolayı üzgünmüş gibi yapmalıydı.
Çok geçmeden her hafta 1 koli yumurta alan müşterisi yine iş yerine gelmişti fakat yaşlı kadın fiyatı görünce gözlerine inanamadı. Sebebini sorunca da:
-Toptancılar zam yaptı efendim. Malum enflasyon da var, biz de haliyle fiyatları arttırdık. Dedi.
Yaşlı kadın bu duruma çok kızmıştı ve usulca koliyi tezgaha bıraktı.
-O zaman kalsın, ben yumurta yemeden de yaşarım. Yeter ki Arjantin bu zamdan etkilenmesin.Dedi. Satıcı onun bu hareketi karşısında büyük bir kahkaha atmak istese de üzgünmüş gibi davranmaya devam etti.
Lakin kadının bu cümlesi nasıl olduysa ülkede viral oldu ve kimse o hafta yumurta almadı. Ertesi gün yumurta toptancıları hem zam yapmaya devam etti hem de fiyatlar biraz daha artsın diyerek ürünlerin çoğunu soğuk hava depolarında stokladılar.
Takip eden günlerde durum değişmemişti, fiyatlar artıyor ama tüm Arjantin halkı sanki aralarında anlaşmışlar gibi yumurta almamaya devam ediyordu.
İkinci hafta toptancılar homurdanmaya başlasa da "Nasıl olsa bu zamlara alışacaklar ve mecbur yumurtaları gidip alacaklar " dediler.
Üçüncü hafta ülkede yumurta parakendicileri iş yapamadığı için yavaş yavaş kepenk kapatmaya başladı ve bunu toptancılar takip etti. Derken ülkede iflas etmeyen toptancı neredeyse kalmamıştı. Çiftlik sahipleri alacaklarını alamadıkları için onlar da hızla konkortoto ilan etmeye başladılar. Artık hepsi pişman olmuş ve aralarında bu durumu nasıl düzelteceklerini konuşmaya başlamışlardı. En iyisi bir televizyon kanalına çıkıp Arjantin halkından özür dilemek dediler ama sonuç değişmemişti. Ülkede ne bir grev ne de bir isyan vardı ama halk öylesine kenetlenmişti ki kimse bu özrü kabul etmedi ve yumurta almamaya devam ettiler.
5.Hafta toptancılar şu kararı aldı:
"Hatamızı farkettik ve özrümüzü kabul etmeniz için de yumurtaları zam gelmeden önceki fiyatın da yarısına indirmeye karar verdik. Bizleri affetmelisiniz çünkü tavuklar ölmek üzere!"
Bu gerçek hayat hikayesini durup dururken size neden yazdım bilmiyorum ama bugünlerde şekerin ve yağın fiyatı ne zaman yükselse aklıma nedense hep Arjantin halkı geliyor.
Acaba orada tavuklar hala yaşıyor mudur?
___

 

7 Eylül 2022 Çarşamba

SONBAHARA KAVUŞMAK NASİP OLDU BU YIL DA....


İnsanı yoran yaz sıcaklarından sağ salim
çıkıp tatlı esintileriyle ruhumuzu okşayan
sonbahara kavuştuğumuz için mutluyum..
İnşallah hepimiz için huzurla sağlıkla keyifle
dolu bir sonbahar olsun...





Harika bir romandı...
Bu illet hastalıkla mücadele edenlere ama özellikle
yakınlarına Allah sabırlar versin...
Keşke hastalıkların olmadığı bir dünya mümkün olsa.....

Zeki, hayatı bütün renkleriyle, en derin duygularıyla yaşayan,

 yaratıcı, sevgi dolu, âşık bir kadın, başarılı bir yazar: 

Maya; yirmi senedir ikinci baharını paylaştığı, ona hayran, âşık, 

duygusal, notalarla, repliklerle haşır neşir bir erkek, gözde bir sanatçı:

 Atlas; çocuklarıyla  beraber sevginin pekiştirildiği mutlu

 bir aile ve aniden hayatlarına inen, dünyalarını çökerten bir illet… 

hastayı ölmeden defalarca öldüren, kimliğini yok eden, eşi yaşıyorken

 dul bırakan, tedavisiz, umutsuz hastalık: Alzheimer.







Bugün denk geldim bu mis gibi buram buram aşk kokan naif hikayeye...
Çok beğendim...Umarım siz de beğenirsiniz....

“BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi “Bakele” derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?“
Anlattı.
“Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.”
Sezgin Kaymaz /Bakele



 

30 Ağustos 2022 Salı

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN....


Hiç vazgeçmediler çıktıkları yoldan....
Hiç ümitsizliğe yer vermediler....
Haklı mücadeleleri için canları pahasına
savaştılar ve kazandılar....
Başta Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk 
olmak üzere tüm silah arkadaşlarını
saygı ve minnetle selamlıyorum.....



 

10 NİSAN 2025 PERŞEMBE GÜNEŞLİ VE SERİN BİR BAHAR GÜNÜ

Uzun zamandır  içimden birşey paylaşmak gelmedi.. Ülkemizde yaşanan demokrasi adına utanç verici ve üzücü gelişmeler nedeniyle nefes alamadı...