VEDA EDERKEN BİR HİKAYECİK/FIKRACIK
Fincancı
katırlarını ürkütmek deyiminin hikâyesi:
Hoca
bir gün, yolunun üstündeki mezarlıktan geçmektedir.
Ayağı
kayar, yeni kazılmış bir çukura yuvarlanır. Hemen
toparlanıp kalktığında bakar ki üstü başı tozlanmış.
Tozlarını silkelemek için üstündekileri çıkardığında aklına
birden, “Hazır çukura girmiş ve soyunmuşken kendimi ölü
yerine koyup şuraya uzansam; bakalım sorgu meleği geldiğinde ne
soracak, öğrenmiş olurum,” diye bir fikir gelir. Çukura
boylu boyunca yeniden uzanır.
Tam
o sırada, kulağına şangır şungur sesler gelmesin mi? Hoca
kıyamet koptu sanır, fırlar mezardan.
Meğer
o sırada, bir kervan geçmekteymiş oradan. Hoca mezarlıktan
fırlayınca katırlar ürküp kaçar; kırılmadık ne fincan
kalır ne kâse… Kervan sahipleri çok öfkelenir, ellerine birer
sopa alıp koşarlar Hoca’nın yanına:
“Bre
sen kimsin? Burada ne işin var?” “Ben ölüyüm,” der Hoca.
“Peki,
çukurun dışında ne işin var senin?” “Dünyayı seyre
çıktım!”
Ötekilerin
öfkesi zaten burnunda:
“Yaa,
öyle mi?” derler. “Biz sana dünyayı bir güzel seyrettirelim
de gör!”
Sopalarla
temiz bir dayak atarlar Hoca’ya. Hoca zar zor toparlanıp eve
döndüğünde onu karşısında perperişan gören karısı
şaşkınlıkla:
“Efendi,
neredeydin sen böyle?” diye sorar.
Hoca:
“Sorma
hatun sorma, öteki dünyadan geliyorum,” der.
Hoca’nın
alay ettiğini sanır kadıncağız:
“Ya,
öyle mi, ne var ne yok oralarda?” diye sorunca Hoca, bir köşeye
yığılıp kalırken cevap verir:
,
“Fincancı
katırlarını ürkütmezsen bir şey yok!”
İşte
fincan, işte katır,
Hoca
bulmuş, boş bir kabir.
Ürkütmüş yüklü katırları,
Haşat
etmiş fincanları.
|