Blog Listem

30 Ağustos 2022 Salı

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN....


Hiç vazgeçmediler çıktıkları yoldan....
Hiç ümitsizliğe yer vermediler....
Haklı mücadeleleri için canları pahasına
savaştılar ve kazandılar....
Başta Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk 
olmak üzere tüm silah arkadaşlarını
saygı ve minnetle selamlıyorum.....



 

26 Ağustos 2022 Cuma

YAĞMURLU BİR AĞUSTOS GÜNÜNE MİNİK BİR ANEKDOT....

Ağustos böceğinin sesini duyabildiğimiz günlerimiz çok olsun......

Bir gün New York’ ta bir grup is arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’ dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına çırçır böceği sesinin geldiğini söyleyerek çırçır böceği aramaya baslar. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder. Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder.

Kızılderili , yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir çırçır böceği bulurlar. Arkadaşı, Kızılderiliye:

Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” diye sorar. Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili, arkadaşına dönerek:

"Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.” der…”


 

23 Ağustos 2022 Salı

Okudum...Harikaydı....


Geçmişten şimdiye uzanan hikâyelerin rüzgârına kapılmış bir yazar... Ailesindeki kadınların izini süren bir kâşif... Dört kadının da müşterek kaderi olan yolculuklar, bavullar, mektuplar ve acılar her şeye rağmen umutla birbirine bağlanıyor. Nafia Hanım’la başlayan hikâye, Mediha ve Leman ile devam ediyor ve yazar kadının ellerinde can buluyor. 

İrem Uzunhasanoğlu, Mubadillerin 1910’larda Yunanistan’da başlayan zorunlu göç hikâyesini, oradan oraya sürüklenen annelerin gözünden anlatarak tarihle aramızdaki mesafenin o kadar uzak olmadığını, elimizi uzatsak hissedebileceğimiz ama niyeyse görmeyi tercih etmediğimiz kaderleri dinlemenin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.
Ve bir selam yolluyor Ege Denizi’nin her iki yakasına ve zeytin ağaçlarına ve sakız kokusuna ve derin maviye... 

 Bahçeme giritli gireceğine inek girsin derlermiş.. Bu kitapta geçiyordu bu söz ilk defa duydum ve çok güldüm.....Otsuz günleri öğünleri geçmez o kadar çok severler...

Benim rahmetli babaannem de giritliydi ....Yollarda rahmetli babama tutturur  arabayı durdurur ot toplardı yanında eksik etmediği ot bıçağıyla  öyle devam ederdik yollara....

Beğendim...Paylaştım...Güzel bir gün olsun...

Turgut Özakman
-Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.
-İçeri al.
Nazır Ziya Paşa subaylara bilgi verdi:
-Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.
Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:
-Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak yumuşak bir sesle :
-Oğlum" dedi. Dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?
-Evet efendim, doğru.
Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:
-Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?
-Hayır efendim gördüm. Nazırın canı sıkıldı:
-Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.
-Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?
Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:
-Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.
-Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum. Nazır bıkkınlıkla:
-Söyle bakalım, dedi. Balkan Savaşı’nda teğmendim. Çanakkale’de üstteğmen. Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem. Harbiye Nazırı bozuldu:
-Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum. Yüzbaşı sükûnetle :
-Anladım efendim, dedi. Apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:
-Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul’u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan büyüktü. Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular.
Turgut Özakman
Bu vatan için mücadele etmiş tüm kahramanlarımıza ve vatan,cumhuriyet,Atatürk aşığı,“Şu çılgın Türkler” isimli,iki defa soluksuz okuduğum muhteşem romanın yazarı, değerli güzel insanTurgut Özakman`a saygı ve minnetle🌷

 

16 Ağustos 2022 Salı

NERDEYSE YAZ BİTİYOR....


Bir süredir gerek ülkemiz ortamı gerek benim iş 
hayatım nedeniyle tam da böyle hissettiğim 
için içimden birşeyler yazmak paylaşmak 
gelmedi maalesef...
Ha ne değişti derseniz ben de bilmiyorum...
Aslında hiçbirşey değişmedi de 
bünye uyum sağlamaya başladı galiba...










Çok beğendim....Keyifle okudum...

Sağım Solum Önüm Arkam geniş bir karakter kadrosuyla
 yakın tarihimizi,
 geçtiğimiz kırk yılı kat eden bir roman. 
İki ailenin, Selen ile Ceren ve Eylem ile Devrim adlı
 kız kardeşlerin hikâyesine yoğunlaşıyor.
 Küçük bir Ege kasabasında yaşayan genç kızlar 
sağ sol saflaşmasına,
 mahalle çocuklarının çekişmesine tanık olurlar.
 Gelgelelim hiçbiri sadece seyircisi değil bizzat faili de oldukları 
bu gelişmelerden yara almadan kurtulamaz; 
günbegün şiddetin gemi azıya aldığı bir ortamda 
katledilen gençliği, darbe dönemini ve baskıyı yaşarlar.





Harika bir diziydi...
Memleketim Ayvalıkta 
çekilmiş olması ayrıca cezbetti beni..
Şu aile dizilimi olayı aklıma yatmıyor
 birtürlü
ilginç bir olay...





Bugün hislerime ve düşüncelerime tercüman olan bir yazı ile

bitirmek istedim...Allaha emanet olun...

İnsanoğlu/kızının vahşetinde sınır yok

Freya’yı da öldürdüler

Dünya huzursuz. Ukrayna- Rusya savaşı, ABD’nin Çin’le Rusya’yla gerilimleri, Kosova’da her an patlamaya hazır etnik kriz, görüşleri yüzünden yazar bıçaklamalar. Sayısız sorunla, krizle doluyuz. Ortadoğu deseniz malum. İsrail’in Filistinliye bitmeyen zulmü, Suriye’ye emperyal çullanış, fakir Lübnan, karışık Irak. Ülkemizde demokrasi eksikliği, hayat pahalılığı, öfkeli bir adamın bağırışları, kadın cinayetleri. Nereye baksak kargaşa.

Kimseye zararı yoktu

Manzara ortadayken kalkıp bir deniz aygırından söz edilecek zaman değil denebilir. Denmesin. Yukarıda özetlediğim “insan” eliyle yaratılmış o manzaranın en masum kurbanlarından biri de işte Norveç’in “dünyaca ünlenmiş” Freya adlı deniz aygırıdır. Göz göre göre işkence edilmiş, doğal ortamından uzaklaştırılıp bir seyir nesnesine dönüştürülmüş, kimseye zararı olmayan doğanın bu güzel canlısı önceki gün insan eliyle “uyutuldu”. Hayvan öldürümlerine uyutmak sıfatını uydurdular biliyorsunuz. Vahşeti örtmeye yarayan bir tanımlama bu. Yaşama şansı kalmamış hayvan dostlarımızın acı çekmeden “uyutulmasına” itiraz edecek halim yok elbette. Ama Freya, ancak bir insanın yapabileceği bir işkence süreci sonucu ortadan kaldırılmış sağasağlam bir canlıydı.

600 kiloluk bir doğa harikasıydı bu hayvan. Küçük bir köy olan Oslo fiyordunda adını bilmeyen yoktu. Bölgeyi bir cazibe merkezine getirdiği de bilinir. Yani esir tutulduğu zaman bile, insanların işine yaramıştır. Norveç’in vahşi yetkililerinin bu talihsiz hayvana yaptıkları “ötenazi” dünyada büyük öfke uyandırdı. Siz de öfkelenin diye yazıyorum. İnsanların birbirlerini öldürmekten zaman bulduklarında başka canlılara da yönelik şiddetinden haberdar olmamız lazım ayrıca.

Tanrıçanın adını vermişlerdi

İnsanoğlu/kızı, görünürde güzellikler peşindedir, güzelliklere önem verir. O nedenle hayvana İskandinav kültüründe hem güzellik hem de aşk tanrıçası olan Freya’nın adını uygun gördüler. Freya yazın bir bölümünü Norveç’te geçiriyordu. İngiltere, Hollanda, Danimarka nihayet İsveç’te de görüldüğü olurdu. Göründüğü ya da konakladığı her yere turist çekti, para kazandırdı.

İnsanların suçu ya da ihmali veya dikkatsizliği, daha açık bir ifadeyle budalalığı yüzünden öldürülmüş bir hayvandır Freya. Onca uyarıya, yani “yakınına gitmeyin” denmesine rağmen fotoğraf çektirmek ya da onunla yüzmek için (sersemliğe bakar mısınız?) neredeyse burnunun dibine girildiğinden “tehlike” yarattığı uydurmasıyla yaşamına son verildi. Hiç bir suçu günahı yoktu. Doğanın büyük bir cömertlikle sunduğu sağlıklı hayatına rağmen, biyolojik ömrünü tamamlasına daha zaman da varken acımadan öldürdüler.

Ünü, onca kilosuna rağmen küçük teknelere tırmanırken alınan görüntülerinin tüm dünyada sevgiyle izenmesinden geliyor. Fenomen oluşu bundandır. Bunu kendisinin istediği falan da herhalde yoktu.

İnsanlar onun için tehlikeydi

Doğası neyi gerektiryorsa, onu yapıyordu. O insanlar için tehlike yaratıyor muydu bilinmez ama o insanları kendisi için tehlikeli görüyordu, muhtemelen. Bu nedenle yanına yaklaşan bir kadını hayli uzun süre kovalamıştır. İşte bu nedenle “insanlar için tehlike yarattığından” öldürülmesine karar verildi deniyor.

Bakın New York Times’da bir yazı var. Lütfen okuyun. (Norway Kills Freya, a 1,300-Pound Walrus Who Delighted Onlookers - The New York Times (nytimes.com)). Yazıda Deniz Aygırlarının (mors da denir) sosyal hayvanlar olduğu belirtilerek nadiren tek başlarına bir yere gitmeye çalıştıkları anlatılıyor. Yani kendisine dokunulmadığı sürece, o da kendisini tehlikede sanmaz, dolayısıyla saldırmaz deniyor. Sosyal bir hayvan olduğu için Freya Oslo’nun çevresini yoğun nüfuslu bir bölge olduğundan seçmiş de olabilir yazıya göre.

Ünlü İngiliz yayın kuruluşu BBC de “istisnalar dışında, insanlara saldırmadığını” yazdı morsların.( Walrus Freya who became attraction in Norway's Oslo Fjord put down - BBC News).

Tepki büyük

Sadece “bir kadını kovaladığı” ya da “teknelere zarar verdiği” için, onu bulunduğu yerden çıkarıp uzaklaştırmak yerine öldürmeyi seçen katillere tepki yağdı bu yüzden. Freya’yı, yıllardır Google arama motorunun haritasından izleyen, insanların da ona ne zaman yaklaşmaları ya da ondan ne zaman uzaklaşmaları gerektiğini duyuran Norveç Üniversitesi biyologlarından Rune Aae Facebook paylaşımında cinayete tepki göstererek Freya'yı öldürme kararının "çok acele" alındığını belirtti. Aae’nin “çok acele” lafına takıldıma, bakın. Yani öldürmek için zamanı mı beklenmeliydi? Bunu demek istememiştir belki ama ifade sorunlu.

Dünya Doğa Fonu, doğada, ağırlıklı olarak Kanada, Grönland, Norveç, Rusya ile Alaska'da başta buzla kaplı sularda olmak üzere toplam 230.000 morsun yaşadığını duyurdu. Yani sayıları ne kadar az görüyorsunuz. (İlgilenirseniz şuna da bir bakın: Walrus - WWF Arctic (arcticwwf.org)

Bir zamanlar ticari nedenlerle avlanan bir havyanken, hayvan hakları bilincinin gelişmesiyle biraz rahat yüzü gören morslar, daha sonra başka büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldılar: İklim değişikliği. Yani insan eliyle yaratılan bir felaket olan iklim değişikliği nedeniyle buzların artık çözülmeye başladığı bir felaket. Morsların yaşam alanlarının azalması demek bu.

O nedenle Freya zaman zaman soğuk Norveç denizlerine gelme ihtiyacı duyar, biraz konaklar, sonra giderdi.

İnsanoğlu/kızı çözümden sadece yok etmeyi anladığı için, biraz beklense oradan uzaklaşacak hayvanı bilerek, acımasız bir biçimde öldürdüler. Sorunu (genellikle çıkarına ters gelenleri) öldürerek, bıçaklayarak, boğazını keserek, yakarak, asarak halleden bir tür “insanlık” var ortada.

Neyse. Freya’nın da lafı mı olur derseniz, mevcut krizlerden birine takılabilirsiniz.

Tercih sizin.

Mustafa K. Erdemol

Halktv



 

GELECEĞE TEKRAR UMUTLA BAKABİLMEK....

GELECEĞE YİNE UMUTLA BAKABİLMEK AH NE BÜYÜK SAADET.....