Blog Listem

26 Kasım 2022 Cumartesi

NUH TUFANINDAN BERİ AYNI GEMİDEYİZ !!!!

Yeniden hatırlatmalı. Mark Twain İstanbul’a geldiğinde şöyle yazmıştı: “Hayatımda hiç bu kadar mahzun bakışlı ve kalbi kırık sokak köpekleri görmedim.” O kalbi kırıklara dair bir hikâye de ben anlatmak isterim: “Manca” diye okunan İtalyanca’daki “mangia” kelimesi, “yemek” anlamına gelir ve Galata'daki Venedikliler vasıtasıyla, Türk diline “mancacı” diye bir kelime geçmiştir. Osmanlı’da sokak hayvanlarına bakan insan ve vakıflara mancacı denirdi. Cami önlerinde, hayvanlara özel peksimet dağıtılırdı. Evlerin önünde su ve mama kabı, doğum yapacak havyanlar içinse samandan yataklar bulundurulurdu. Mancacılar, sadece sokak hayvanlarını değil, karda-kışta aç kalan yabanî hayvanları beslemek için, kış vakti dağ başına bile yiyecek bırakırlardı. Beşiktaş’ta kuş hastanesi, Üsküdar’da kedi hastanesi, Bursa’daysa Gurabahane-i Laklakan isimli bir leylek sığınma evi kurulmuştu. “Kuş evi” ya da “kuş sarayı” denilen insan yapımı kuş evleriyse mimarlık tarihimizin yüz akıydı. Ve gelelim zalimlere: Onlar hep vardılar, hep olacaklar çünkü zalim kotası hiçbir zaman dolmaz! Hayvana zulmeden zalimlere hatırlatmalı: Sultan II. Mahmud ne zaman ki sokak köpeklerini toplatıp Sivriada’ya sürdü; İbrahim Paşa’nın Mısır ordusu, Bursa’ya kadar girdi. Halk, bunun sebebinin hayvanlara yapılan zulüm olduğuna inandığı için, köpekler adadan geri getirildi. Derken, Sultan Abdülaziz aynı şeyi yaptı ve köpekleri yine adaya yolladı: Bu kez de 1865 İstanbul Yangını çıktı ve kolera salgınınında da 30.000 İstanbullu öldü. Adaya atılan köpekler bir kez daha geri getirildi.1910'da Sivriada’ya atılan 80.000’i aşkın köpekse, Sivriada’nın isminin “Hayırsızada” olarak anılmasını sağladı. Çünkü tüm bu masumlar, adada bu kez ölüme terk edildiler: Art arda Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı patladı. Osmanlı diye bir şey kalmadı. Hayvanseverlere “hayvanataparlar” demiş köşe yazarının biri geçen gün. İki lâfından biri “Osmanlı” olan ama Osmanlı tarihini katiyen bilmeyen bu kendini bilmezi okuyunca dedim ki “Başınıza çok büyük belâ aldınız!” Çünkü sağır sultan bile bilir ki bu coğrafyada sokağa sığınmış masuma zulmedenin sonu, daima uğursuzluk olmuştur.

@ozanonen
 

25 Kasım 2022 Cuma

BİR KATLİAM HABERİYLE UYANDIK BUGÜN....


Bugün Konya hayvan barınağında yapılanlar nedeniyle
tüm gün yüreğim yandı..Kendime gelemedim..
O kadar çok sarsıldım ki..Hissettiklerimi
ifade etmekte zorlanıyorum...
Bunları yapabilecek kadar kötülükle dolu olmak...
Anlamıyorum...Anlayamıyorum...
Çok üzgünüm ve çok öfkeliyim..









 

23 Kasım 2022 Çarşamba

O KIZ KİM MİYDİ???




Dün sabaha karşı gerçekleşen Düzce merkezli depremi yaşayan hisseden
herkese büyük geçmiş olsun dilerim...Allah beterinden korusun hepimizi!!!






Çamlıca’da, uşaklı bahçıvanlı, muhteşem bi köşkte yaşayan bir delikanlıydı. Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi. Ve, Londra’da bir partide gördü onu, güzeller güzeli İngiliz gence vuruldu, aşık oldu.

Hyde Park’ta ata bindiğini öğrenince ertesi sabah soluğu orada aldı. Tanıştılar, yemek yediler, gözlerini birbirlerinden alamadılar.

Fakat kötü bir şey vardı. Ahmet Naci Bey tahsilini tamamlamış, yurda dönmesi gerekmekteydi. Kalsa olmaz, bıraksa hiç olmaz. Pat diye; “Benimle evlenip Türkiye’ye gelir misin?” dedi. Olga Cynthia sevindi ama, boynu büküktü.

‘Jack var’ dedi. Jack, oğluydu. Delikanlı dinledi, önce sıkı sıkı sarıldı, sonra hiç sorun değil, oğlumuzla gideriz dedi ve Orient Express. Ver elini İstanbul.

Bismillah nerden bulup getirdin bu gâvuru dedi ailesi. Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi İngiliz gelin, Müslüman oldu, Nadide ismini aldı.

Hariciye’ye giren delikanlı, Lozan’da İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü oldu. Fakat kanun çıktı hariciyecilerin eşi ecnebi olamaz. Delikanlı mesleğimden vazgeçerim, aşkımdan asla dedi.

Başka işler yaparak evini geçindirmeye çalıştı. Fakat başarılı olamadı. Önce eldeki avuçtaki bitti, sonra gümüşler, sonra gülüşler ve ardından köşk.

Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler. Çocukları oldu. Saracak bez bulamadılar. Bir eli yağda bir eli balda doğup büyüyen delikanlı, eşinin hiç sızlanmadan dimdik duruşunu gördükçe, yeniden yeniden âşık oluyordu ama kahrından alkole dadanmıştı.

Bir gün İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi, çocuklarını al, İngiltere’ye dön, eğitimlerini üstlenelim, dediler Nadide’ye. Kapıdan kovdu! Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim, benim için hayatını feda eden eşimi, paraya değişmem dedi.

Ahmet Naci Bey delikanlı gibi yaşadı, delikanlı gibi öldü. Nadide zatürreeden vefat etti, hayatının en çetin günlerini yaşadığı İstanbul’da kızının evinde vefat etti. Bu ailenin kızı kim miydi?

Bu kadın küllerinden doğan tiyatromuzun duayeni Yıldız Kenter’di. Aramızdan ayrılışının 3.yılında saygı ve özlemle anıyorum.

@unutulmaz.kareler
 

11 Kasım 2022 Cuma

Atam izindeyiz her daim ...Rahat uyu...




Fikirlerin  aklımızda ...Sen kalbimizde.... Sonsuza kadar...




ÇOK ÖZEL BİR ANI...

 Cumhuriyet kurulmuş, ülke ayakları üzerinde durmaya çalışırken Osmanlı'dan kalma (bugün 400 milyar dolara tekabül eden) borcunu ödemeye çalışmaktaydı... Kendi kendine yeten bir ülke inşaa etme çabası ile İtalya’dan portakal fidanları gelmiş, Antalya'da deneme ekimi yapılacaktı… Atatürk, herkesi şaşırtarak bizzat ekime gitmek ister. Fidanların içinden bir tane portakalı koparır birazını kendine birazını Salih Bozok'a verir... Tadına bayılmıştır ve ne kadar bir alana ekileceğini sorar… Bozok önündeki araziyi gösterir… Atatürk'e az gelir. "Bu portakalı gözünüzün görebildiği her yere ekin, Mersin'e ve Ege'ye de gönderin… Uygun olan Her yerde bu portakalar yetişsin" der.

Bunun üzerine "Paşam bu kadar yere ekecek kadar paramız yok." derler.
Atatürk "MERAK ETME ARTIK O KADAR PARAYA İHTİYACIMIZ YOK!" der ama kimse anlam veremez onun bu sözüne.

Portakal fidanları için meclisten büyük bir bütçe ayrılır. Atatürk'ün dediği gibi bugün portakalı ile bildiğimiz her yere bu fidanlardan o günlerde ekilir.

Kısa sürede önce portakal ithalatı biter. Kısa süre sonra da fındık, domates, portakal gibi güzellikler Türkiye'nin meşhur alametifarikaları olarak yurt dışına da satılır hale gelir.
Önce Rusya gelir ve portakal satın almak ister… Ancak bunlara nasıl fiyat biçileceği bilinmez. Atatürk'e müjdeli haber verildiğinde o gün tarlada Salih Bozok'a söylediği sözün ne demek olduğu anlaşılır.

"Bunların değeri yok Reşat! Toprağımızın meyvesini para ile satmayacağız. Toprağımızda yetişen bu meyve hayırlı bir hizmet ederek ayrılacak memleketimizden. Biz onlara bugün karınlarını doyuracak 1 portakal vereceğiz, onlar da bize bizim karnımızı 100 yıl doyuracak fabrikalarımızı verecekler" der.

📌Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası
📌Kayseri Sümerbank Tekstil Fabrikası
📌İskenderun Demir Çelik Fabrikası
📌Şişecam Fabrikası
📌Aliağa Rafinerisi
📌Seydişehir Alüminyum Fabrikası
📌Oymapınar Barajı

Ve bu fabrikalar da bugün Türkiye'nin Tekstil gibi dünyada iddialı olduğu sektörlerin alt yapısıdır…

 

9 Kasım 2022 Çarşamba

NAİF BİR ANI...2 MUM..


OKUDUM...SEVDİM...PAYLAŞTIM...

12 Eylül döneminde Bülent Ecevit, bazı yazılarından dolayı tutuklanır ve Ulucanlar Cezaevi’ne gönderilir. Çiftin ayrılığının bir kısmı da yılbaşına denk gelmektedir.

Rahşan Ecevit, üzerinde kız ve erkek resimleri olan iki tane mum alır. Kız resimli mumu eşine, erkek resimli olanı ise kendine saklayarak;
"Yılbaşını birlikte geçirmiş gibi yapalım. Bu mumları aynı anda saat 24.00’e beş kala yakalım" der eşine ve o yılbaşı böyle hüzün dolu geçer.

Bülent Ecevit, cezaevinden çıktıktan sonra eşinin verdiği mumu saklayıp evine götürür. Rahşan Hanım da aynı mumu saklamıştır. İki mumu yan yana koyup yakarlar ve bundan sonra o mumları hep yakmak için birbilerine söz verirler. Hatta birisi, diğerinden önce ölürse kalan kişi mumları yakmaya devam edecektir.

O mumlardan erkek resimli olan 16 yıl önce  söndü. Bülent Ecevit’i saygı ve rahmetle anıyorum.
 

5 Kasım 2022 Cumartesi

DEPREMLE UYANDIK ÇOK KORKTUK....

Kasım ayı geldi hoşgeldi derken
2 Kasım gecesi 4,9 luk bir
sarsıntıyla yataklarımızdan fırladık
maalesef..inanmayacaksınız ama
ben 30Ekim  büyük izmir depreminde
bu kadar korkmamıştım..
Bu seferki çok acaip bir sarsıntıydı
Deprem mi oldu mahallede bomba mı patladı..
O derece farklı gürültülü kabus bir sarsıntıydı...
O gece salonda kanepede uykuya dalmıştım..
O sarsıntıyla uyanıp kızımın odasına koşmaya 
çalışırken kısacık koridorumuz  bitmek bilmedi..
O koridorda kızıma son birkez sarılamadan 
öleceğimi düşündüm..
Gerçekten kabus gibi bir geceydi..
Allah beterinden korusun demek dışında söylenecek söz bulamıyorum...
Kasım ayı hepimiz için keyfile huzurla ve sağlıkla geçsin inşallah...





Bu aralar ben Crown dizisini izliyorum.
Diziyi her bakımdan çok beğendim .
Kasım ayında 5.sezonu başlayacağı
için çok mutluyum..
Sizler ne izliyorsunuz..Tavsiyeleriniz var mı...




Bu aralar çok kitap okuyamıyorum.
Sabahları çok erken kalktığımız için 
akşam erkenden uykum geliyor 
o nedenle elimdeki kitaplar çok
uzun sürede bitiyor..Ama olsun
inatla okumaya devam...

Tüm dünyası Polonya’nın küçük bir köyünde, ailesiyle yaşadığı çiftlikten ve nişanlısı Tomasz’dan ibaret olan Alina’nın hayalleri, yaşadığı ülkenin üzerine İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinin düşmesiyle sarsılır. Nazi işgaliyle birlikte yaşanan korkunç olaylar ve adaletsizliklerle birlikte hayatın acımasız yüzüyle tanışan Alina, aynı zamanda evin en küçük şımarık kızından güçlü bir genç kadına dönüşecektir. İşgalden yıllar sonra dünyanın öbür ucunda, Amerika’da eşi ve her biri çok özel olan iki çocuğuyla yaşayan Alice ise, hiç beklemediği bir anda kendini konfor alanının dışında, yepyeni bir hikâyenin peşinde bulacaktır. Bu iki genç kadının hikâyesini nefes kesici bir kurguyla bir araya getiren Kelly Rimmer, okura korkunç bir savaşın gölgesinde yeşeren umut verici hayatlardan bir kesit sunmaktadır.

 









Şimdilik Hoşçakalın...

Kaktüsler ve Çocuklar
Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü… Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.
Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir. Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar. Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar. Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler. Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.
Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!
Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.
Buna bir türlü anlam veremez ve işadamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.
Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz. Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.
Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.
Raporda şu ifade yer alır;
“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.
Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle bu yeteneğinden etmişsinizdir…. “
Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.
Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın…
Bunu yaparken de kendisini geliştirsin…
Anooshirvan Miandji
“Bir çocuk değişir, Türkiye gelişir”







 

GELECEĞE TEKRAR UMUTLA BAKABİLMEK....

GELECEĞE YİNE UMUTLA BAKABİLMEK AH NE BÜYÜK SAADET.....