27 ARALIK 2023 ÇARŞAMBA Bugün sabahtan beri içimde bir huzursuzluk bir bıkkınlık... Hayırlara vesile olsun... Havadandır belki de... Bazen oluyor insan öyle işte... |
GÜNÜN SÖZÜ |
GÜNDEM Sanırım bugün 16.30 gibi.... |
daha dünmüş gibi hatırlıyorum tatillerde babaannemin evine gidince ilk iş büyük bir merak ve heyecanla okurdum her sayfasını tek tek...
TARİHTE BUGÜN |
GÜNÜN SÖZÜ |
GÜNDEM Henüz seyredemedim ama gündemden düşmüyor.. Birileri aşırı rahatsız olmuş.... |
15 ARALIK 2023 CUMA TAKVİM YAPRAĞI |
TARİHTE BUGÜN |
GÜNÜN SÖZÜ |
GÜNDEM Bazı evlerde evlatlar aç yatağa girerken insanların gözüne soka soka meclis bahçesinde mangal partisi yapmak.. Hiç utanmadan Hiç sıkılmadan... yok ya yakışık almaz demeden... göstere göstere... |
BAYILDIM BEN BU DİNİ EĞİTİME |
EMANETİN TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BEKÇİSİYİZ ....
HER DAİM KALBİMİZDE AKLIMIZDA SENİNLE BİRLİKTE UMUTLA GELECEĞE YÜRÜMEYE DEVAM EDECEĞİZ HERŞEYE RAĞMEN....
UMUDUMUZU KAYBETMEMEYİ SENDEN ÖĞRENDİK EVLATLARIMIZA TORUNLARIMIZA DA BİZLER ÖĞRETECEĞİZ...
ÇOK ÖZLÜYORUZ ÇOK ANLIYORUZ ÇOK ANIYORUZ.....SONSUZA DEK.....
Bayıldım bu yazıya .... Belki siz de beğenirsiniz diye paylaşmak istedim... |
Mine Kırıkkanat:
Geçen Çarşamba günü Kadıköy-Beşiktaş seferini yapan 15:15 vapuruna bindim. Alt arka salon yolcuları arasındaydım. Vapur kalktıktan kısa bir süre sonra, üç gencin oturduğu köşeden caz notaları yükseldi.
Delikanlının biri gitar, öteki saksofon, genç kız ise mızıka çalıyordu. Ankara’nın Bağları türküsünü, başarılı bir caz yorumuyla çalıp söylemeye başladılar. Keyifle dinliyorduk.
Ansızın ızbandut gibi bir çımacı girdi içeri. Hiddetli adımlarla gençlerin yanına gidip, bir şeyler söyledi. Gençler müziği kesti, ama kütük yasakçılara da şerbetli görünüyorlardı. Gitar çalanın, “Para toplamıyoruz ki, müzik ve şarkı da mı yasak?” diye sorduğunu duydum.
Ansızın bir erkek yolcu fırladı kalktı yerinden. “Bu da mı yasak?” diye sordu, çam yarması vapur görevlisine. “Bu da mı?..” Bir başka yolcu, oturduğu yerden, “Biz şikâyetçi değiliz, canımız isterse para da veririz, sana ne?” diye bağırdı, kendisinden iki kat iri çımacıya.
*
Derken, inanılmaz bir şey oldu, itiraz eden ilk yolcu, türküyü kaldığı yerden alıp, avazı çıktığı kadar bağıra bağıra söylemeye başladı:
“Ankara’nın bağları da
Büklüm büklüm yolları
Ne zaman sarhoş oldun da
Kaldıramıyon kolları!...”
O ana kadar sessiz kalan kadınlar, erkekler, türküyü alkışlar eşliğinde, hep bir ağızdan söylemeye başlamasın mı?
Yer yerinden oynuyordu.
İçeri girerken afrından tafrından geçilmeyen çımacı, epeyce şaşkın ve ürkmüş, çıkıp gitti. Yolcuların, “Çalın çocuklar, çalın!” diye teşvik ettikleri genç müzisyenler, Ankara’nın Bağları’nı bitirip, Commandante Che Guevara ağıtına geçtiler.
Salona, dokunanı çarpacak bir öfke egemendi.
Kimi sözlerini bilmediği şarkıya “nını, nını” diye eşlik edip el çırparken, kimileri de yüksek sesle verip veriştiriyordu: “Mevlüt okusalar yasak değil tabii!”, “Suriyeli dilencilerin para toplamasına ses çıkarmazlar ama!..” nidalarıyla.
*
Bazıları gençlerin yanına gidip, “Siz istemiyorsunuz, ben veriyorum!” diye ceplerine para tıkıştırdı. Beşiktaş’a yaklaşmıştık. Enstrümanlar kılıflandı. Müzisyenlerden gitarist olanı, “Desteğinize teşekkür ederiz”dedi. “Ama şimdi zabıtayı çağırmıştır bunlar, bizi iskeleden alacaklar. Birlikte çıkalım, belki bir şansımız olur...”
Vapur iskeleye yanaşıyordu. Gerçekten de dört zabıta bekliyordu çıkışta, lumbozlardan görüyorduk. Yolcular ayağa kalkıp gençleri ortalarına alarak çıkışa doğru yürüdü.
Küçük kızının elini tutan bir baba, müzisyenlere “Sizin eli boş çıkmanız daha doğru olur” dedi. “Verin bakayım şu gitarı bana!”
Tüm gerçek cesurlar gibi, ufak tefek, kendi halinde bir adamdı. Aldı gitarı, bir elinde kızı, bir elinde gitar, ilerledi kapıya. Bir başka yolcu, saksofonu alıp astı omzuna. Genç kıza, mızıkayı cebine sokup, önden gitmesi söylendi. Eh, artık benim de bir şey yapmam gerekiyordu. Müzik üçlüsünün lideri olduğu anlaşılan gitariste yaklaşıp koluna girdim, “Sen benim oğlumsun, ben de senin annen, yürüyelim!” dedim.
*
Müzisyenler, yolcuların nasıl gergin ve her birinin yaptığı her hareketin bir karar olduğunun, pek farkında değildi. Gençliğe özgü aldırmazlıkla durumu çok eğlenceli buluyor, kıkır kıkır gülüyorlardı. Oysa onlara sahip çıkanlar, kavgayı göze almışlığın sessiz ciddiyeti içindeydiler.
Korumaya aldığımız gençlerin göremediği o vahim kararlılığı, onları bekleyen dört zabıta sezdi. Donup kaldılar. Gözlerinin içine baka baka, önlerinden geçip gittik, hep birlikte. Yola çıktığımızda, müzik aletlerini teslim alan gençler “Sağol abla, sağol abi!” cıvıltıları arasında uzaklaşırken, biz erişkinler aynı gergin sessizlik ve ciddiyet içinde dağıldık.
*
Hava kurşun gibi ağır, sevgili okurlarım. Bu ülkede, azgın bir azınlığın sürekli tekmelediği mutsuz çoğunluğun öfkesi artıyor. Türkiye fokur fokur kaynayan bir kazan. Kapak henüz atmadı, çünkü itici gücüne henüz ulaşmadı. Bu çoğunluğa yön vermesi gereken muhalefet partileri, ne kaynayan öfkenin farkında, ne kendilerinden kesilen umutların...
Sabır tenceresi ne zaman taşar, kapak nerede, nasıl bir gerekçeyle atar bilemem. Ama ufukta, hem iktidarın, hem de muhalefet partilerinin boyunu aşacak, atıllaşan siyasal arenayı basacak bir öfkeselinin boğuk uğultusu büyüyor.
Mine Gökçe Kırıkkanat
Cumhuriyet Gazetesi
Bir bahar akşamı kursağında kaldıysa hevesin,
incindinse en dirençli yerinden,
hırsıza kilit dayanmadıysa ve heba olduysa emeklerin,
düşlerinin kırıkları kıymık gibi batıyorsa kalbine,
dibi görünen bir rakı şişesi,
mürekkebi kurumuş bir dolma kalem,
kökü çürümüş bir çiçeğin saksısı gibi işe yaramaz,
mühürsüz bir zarf kadar tanımsız kalakaldıysan bir bahar akşamı,
kapıyı aç! Bulutlar girsin!
Mevsimidir;
hayat fışkırır baharın damarlarından.
Bir
avuç çağla badem taşı cebinde.
Bir
bebeği kokla.
Bir
çocuğu güldür.
Bir
yaşlıyı sevindir.
Bir
dostun neşesine ortak ol, bir yabancının derdine derman.
Bir
kitabı otobüste unut, senden sonrakine armağan.
Birine
sımsıkı sarıl.
Cam
kenarına ekmek kırıntısı koy.
Uçurtma
yapmayı öğren.
Islık
çal.
Küfür
et, ağzında açan bir çiçek gibi.
Aşk
mektubu yaz.
Isırarak
elma ye.
Bir
tribün marşını ezbere söyle.
Kırkikindilerin
hakkını ver, şemsiyeni evde unut.
Denizleri
düşün.
Taşı
çatlatan sabır değil, umuttur;
Umudunu
çalanlara “yürü bre hızır paşa” de.
Birkaç
dost bul, halaya dur.
Nasıl
yenildim deme.
Ne
öğrendim de.
Kalbine
güneşi asanlardan ol.
Tükenme!
Evrim Kuran
Hüzünlü hissetiğim kırgın hissetiğim bu bulutlu mart gününde
karşıma çıkan bu sözü çok beğendim ve paylaşmak istedim...
Hepimiz için huzurlu bir cuma ve keyifli bir haftasonu olmasını dilerim ....
Hiçbirimiz bizi bekleyen güzellikleri bilemeyiz""....
Sanırım çalışan kadınların durumu daha güzel anlatılamazdı.... |
Hacı Bektaş-ı Veli ve moğol-selçuklu-mevlana üçlüsü
"Eline, Beline, Diline Sahip Ol" Derken Ne Demek İstedi?
Eline sahip ol:
hırsızlık yapma.
Diline sahip ol:
kötü söz söyleme.
Beline sahip ol:
zina yapma.
Genel anlamda bu şekilde kabullenilmiş ve yaygın olarak kullanılmış bir Hace Bektaş-ı Veli sözü bu.
“Hacı” değil, “Hace”.
Evet... Aslı böyledir ama o'nun söylemlerini ve hayat felsefesini eline, beline, diline sahip ol diyerek basite indirgediğimizden ötürü, hacılıktan, hocalıktan çok daha ciddi ve üstün bir sıfat olan "Hace" sıfatını da "hacı" olarak dönüştürmüş bir toplumuz...
Şüphesiz ki Hace Bektaş-ı Veli’nin bu sözleri günümüzde kullanıldığı anlama geliyor olsa da aslında başka bir derinlik içeriyor,
Anadolu Türkmenlerine o dönem şartlarını göz önüne aldığımızda bir mesaj veriyordu.
Şöyle ki; Hace Bektaş Veli’nin dönemi Anadolu’nun Moğol istilası ile yanıp kavrulduğu, ihanetin, kahpeliklerin kol gezdiği bir dönemdi.
Konya’daki Selçuklu sarayı Moğolların kuklası haline gelmiş, Moğol istilasına direnen, örgütlenen Türkmenler devlet eliyle katledilir olmuştu.
Bunun en bilinen örneği Karamanoğlu Mehmet Bey’dir. Karamanoğlu Mehmet Bey, Selçuklu sarayının Farsçayı resmi dil yapmasına karşılık;
“Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda türkçeden başka dil kullanılmayacaktır...”
fermanı yayınlamış ve yıllarca Moğol istilasına, işgalci Moğolların kuklası olan Selçuklu sarayına ve Selçuklu sarayının kukla olmasında ve de devletin resmi dilinin farsça olmasında büyük rolü olan Mevlana ve çevresine karşı mücadele etmiş ve şehit olmuştur.
Moğol –Selçuklu - Mevlana, üçlüsüne karşı bayrak açan sembol isimlerden biri de
“*Ahi Evran” dır.
Ahi Evran (evren) da tıpkı Mehmet bey gibi Türk ve Türkmen düşmanı bu şer ittifakıyla mücadele etmiş ve şehit düşmüştür... *
İşte, Hace Bektaş Veli’nin bu sözlerinin altında bir ulusun kavgası, bir milletin mücadelesi yatar.
*"eline sahip çık" ifadesindeki "el", "il"dir. *
Yani yurt, vatandır...
İline vatanına sahip çık demiştir Hace...
*“beline sahip çık" ifadesindeki "bel",
“toprak" tır...
Toprak Türk milleti için kutsaldır. *
Toprak bellenirse yani işlenirse ürün verir.
İşini, toprağını boş bırakma, uğraşından geri kalma,
toprağını işle,
toprağına sahip çık demiştir
*Hace... "diline sahip çık" ifadesindeki "dil",
ağzımızın içindeki organ değil, konuştuğumuz dildir, lisandır.*
Lisanına, güzel Türkçemize sahip çıkın ki Farsçanın resmi dil olması karşısında dilimiz, lisanımız kaybolmasın demiştir
Hace...
Ne de güzel söylemiş, lakin manasını kavrayan çok az kişi olmuştur.
İşte Hace Bektaş Veli’nin bu sözlerinin anlamını kavrayanlardan biri de;
vatanına, toprağına, lisanına sahip çıkmak için 19 mayıs 1919'da Samsun’a çıkan ve milli mücadeleyi başlatan ulu önder Atatürk’tür.
Amasya, Erzurum ve Sivas kongrelerinde vatanın düşman işgalinden kurtarılması için çalışmaları başlatan ve örgütlenmeyi sağlayan ulu önder, işte bu sözün manasını kavradığı için Ankara’ya gelişinden önce 22 ve 23 Aralık 1919 tarihlerinde hacı Bektaş’a uğramış, Hace'nin dergâhında 2 gün kalmıştır.
O zaman;
Ahi Evran gibi ol, beline sahip çık...
Karamanoğlu Mehmet gibi ol diline sahip çık...
Mustafa Kemal gibi ol, eline/iline sahip çık...
*Eline, beline, diline sahip çık,
Türk milleti...*
*Osmanlı-Türkçe Sözlük, *
VIII. Baskı,
Mustafa Nihat Özön,
İnkılap Kitapevi
☪︎ ЋץҐИ ☪︎
Hace: efendi,
ağa, sahip, öğreten, öğretmen, hoca
Esen kalın.
Süleyman Efe KOCAZEYBEK
Sağlıklı huzurlu keyifli bir gün ve bir hafta olsun inşallah hepimize... Evlat uzaklarda okurken üşütüp hasta olunca anne yüreği çok dara...